top of page
Can Taşkent

Sanatçı var mıdır?

Orijinal yayım: Koleksiyon Blog, 11.07.2011

 

Üniversitede bir proje dersinde sanatçılar için yaşama /çalışma alanları tasarlamamız istenmişti.

Sanatçıyı nasıl tanımlayabileceğimi düşündüm önce. Sahi ne yerdi, ne içerdi sanatçı? Nasıl görünürdü, alışkanlıkları neydi?.. Farkettim ki toplumdaki birçok ‘stereotype’ın (klişe) aksine, sanatçıyı bir kalıba oturtmak mümkün olmuyor.

Boşuna mı söyle(n)miş Bülent Ortaçgil, “beni kategorize etme” diye?

Ernst Gombrich, 1950 tarihli ünlü “Sanatın Öyküsü” adlı kitabına ,”sanat yoktur, sanatçı vardır” diye başlar. Viyanalı hocanın dikkat çekmek istediği nokta, sanat yapma eyleminin belirli bir akım ile tariflendirilmesinin, günümüzün değişken ve heterojen doğası gereği imkansız olduğudur.

Dolayısı ile sanatçının tüm yaşamı boyunca belirli bir tutarlılık göstermesini de bekleyemeyiz. İç ve dış dünyasındaki gelişmeler, zaman içinde kendisiyle çelişmesini, hayranlarını hayal kırıklığına uğratacak ve/ya yeni takipçiler kazanmasını sağlayacak eserler vermesine ve/ya tavırlar içerisine girmesine yol açabilir.

İşte bu yüzden hocanın dediği gibi sanatı bir anlamda yok saysak bile, sanatçının kişiliğine odaklanmak da problemli bir durum gibi görünüyor.

Günün birinde bazı politik açıklamalar yaptı diye bir sanatçının yıllardır hep bir ağızdan ezbere söylediğimiz parçalarını kara listeye mi almalıyız? Ya bir diğeri halka açık bir tuvalette bir polis memuruyla namahrem bir durumda basıldı diye? Bir yazarın eşinin ait olduğu topluluk, bir oyuncunun günün birinde utanç verici bir suçtan hüküm giymesi, ortaya konmuş eserleri nereye kadar bağlar?..

Elif Şafak, 2010 yılında yaptığı “Kurgunun politikası” başlıklı TED konuşmasında, kurgusal hikayelerin, yazarının geçmişinden bağımsız olarak değerlendirilebilmesi koşuluyla bizleri biraraya getirebileceğine işaret ediyor. Oysa başka kültürlerin sanatçılarından çoğunlukla yerel ve etnik çalışmalar bekleniyor, bu durum ise tam tersine ayrımcılığı destekler nitelikte. Şafak, aynı konuşmada Rus yazar Chekhov’dan şu alıntıyı yapıyor: “Bir soruna çözüm getirmek ile o sorunu doğru bir şekilde ortaya koyabilmek tamamen ayrı şeylerdir, ve sanatçının sorumluluğu sadece ikincisidir.”

Sanat 19. Yüzyılın sonlarında bir “belgeleme” aracı olmaktan çıkıp iyiden iyiye bir duygusal paylaşım yöntemi haline gelmiş, ‘zanaat’ten boşanmış ve ‘güzel’ önekinden de kurtulmuştur. Picasso’ya “bu nasıl balık?” diye soran adam “o balık değil resim” yanıtını bu yüzden almıştır. Sanatçı artık ‘yeni’yi arayan, dönüşen, dönüştürmeye çalışandır. Bir başka deyişle dürtendir, kurcalayandır, rahatsız kişidir. Yolu gösteren değil, yola çıkarandır.

Gelgelelim devrimci kişilikleriyle bilinen John Lennon, Jim Morrison, Janis Joplin gibi ustalar bugün yaşasalardı neler yapacaklardı bilemiyoruz. Gitar dehası Jimi Hendrix genç yaşta hayatını kaybetmeseydi efsane olur muydu? Eric Clapton için, 70’lerde duvarlara yazılan “Clapton is God” ifadesine gönderme yaparak, “bir zamanlar tanrı olarak bilinen sanatçı” diyenler var örneğin.

Burada uzay-zaman faktörü önem kazanıyor. Eserin ortaya çıkmasında rol oynayan birçok iç ve dış etken var, hepsi de o döneme, o tarihe özgü. Buna o zamanın teknolojik imkanlarının bile dahil olduğunu düşünüyorum (bkz. “Restore Etmek” başlıklı yazım).

‘Sağlam’ bir eser bana göre bir yerden sonra yaratıcısını aşar, topluma ait olur. Bu ‘sağlam’lığın ölçütü ise inanıyorum ki kısmen Chekhov’un manifestosunda yatıyor.

4 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commentaires


bottom of page