05/09/2011 tarihinde yayımlandı
2008
Tarlabaşı için yapılan çalışmaların belirli bir şeffaflık anlayışı içinde halka sunulması gerçekten olumlu bir yaklaşım. Proje büyük bir emek ve belli ki özverili bir çalışma sonucu ortaya çıkmış. Bölge tarihi sosyolojik açıdan incelenmiş, planlama, inşaat ve sonraki aşamalarda burada yaşayan insanların selameti için bir takım çözümler önerilmiş.
Ancak şık grafik tasarımlı sunumlarda vaat edilen, çamaşır iplerinden ve meyve kasalarından arındırılmış, steril ve güneşli sokakların bana düşündürdüklerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle halka eğitim vermek, gençleri okutmak, fakir ya da sorunlu insanları topluma kazandırmak romantik ama özünde iyi niyetli planlar olarak gözükmekle birlikte, bunun büyük çapta inşai faaliyetleri gerektirdiği savunulabilir mi? Böylesi bir toplumsal iyileştirme çabası, mimarlık ve şehircilik disiplinleri ile doğrudan ilişkili olsa bile, özünde sosyal bir müdahaledir. İmkanları kısıtlı olanların buradan uzaklaştırılmasının, TOKİ bloklarına yerleştirilmesinin, başka yerlerdeki okullara gönderilmesinin onlara nasıl bir fayda getireceği ise belli değil. Bu eğer sadece naif bir niyet değilse, inşaatı meşrulaştırmaya yönelik bir söylemmiş gibi algılanıyor.
Proje tanıtımında, bölgenin planlanmasında “bütünleşik” bir yaklaşımın kaçınılmaz olduğu öne sürülüyor. Bu ifade kavramsal olarak alındığında, sürdürülebilirlik açısından çok olumludur, hatta bu bütünleşme Tarlabaşı’nın tarihsel ve fiziksel ilişki içerisinde bulunduğu daha geniş bir çevreyi kapsamalıdır. Ne var ki ortaya çıkan çalışmalarda göze çarpan “bütünleşik” yaklaşım bölgenin belirli parsel gruplarına bölünerek bu gruplarda dev yapılaşmalara gidilmesi yönünde şekilci bir anlam kazanmış.
Yeşil alanların arttırılması, ışık ve hava imkanının iyileştirilmesi, otopark sıkıntısının çözülmesi gibi dayanağı tartışılmayacak program verileri, sergilenen projelerdeki halihazır yapı yoğunluğunun ve yüksekliğinin arttırılma eğilimi ile çelişir gözüküyor.
Eldeki yapılar iç sirkülasyon, altyapı ve statik özellikleri bakımından farklılıklar taşımaktadır, bu durumda bu binaların üzerlerine kat ekleyerek yükseltilmesi işi de (mutlaka gerekiyorsa) parsellere özgü olmalıdır. Burada getirilen “bütünleşik” çözüm ancak eski binaların cephelerinin yeni dev blokların “cephe dekoru” olarak hizmet vermesine yol açabilir ki zaten projenin açıklamasında bazı yapıların içlerinin boşaltılarak cephelerinin “korunacağı”ndan da söz edilmekte.
Planlanan bu -tabirimi affedin- “Frankensteinvari” binaların cephe çözümleri sırasında 19.yy eklektisist yapıların yüzleri “korumaya değer” bulunmuş, 50’li yılların pragmatik anlayışla yapılmış iddiasız binaları ise ortadan kaldırılarak bunların yeri geniş cam yüzeyler ve güneş kırıcı lamellerle donatılmış. Bu şekilde “mimari bir hava” verilmiş karizmatik cephelerin bir kısmı da kuzeye bakmakta!.
Halihazırdaki yapıların doluluk boşluk oranları sadece eski teknolojik imkanların sınırlılığı ile açıklanamaz. Dış dünyayı iç mekan ile ilişkilendiren bu “arayüz”lerin morfolojisi mekanların havalandırması, ısıtılması, soğutulması, camların temizlenebilmesi, mahremiyetin sağlanması gibi asırlarca tecrübe edilmiş pragmatik verilere dayanır.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki İstanbul “boş bir masa” değildir. Burada sokaklar tarihsel bir sürekliliği, zengin bir kültürel patchwork ‘ü yansıtır, farklı dönemlerin kendine özgü sosyolojik yapısına göre şekillenir. Buna 19.yüzyılın eklektisist yapıları kadar modern döneme ait betonarme bloklar da dahildir.
Yapılar yenilenir, yeniden programlanır, modifiye edilir. Ekonomik ömrünü tamamlayanlar, güvenli olmayanlar, kentsel gelişime engel olanlar yıkılabilir. Boşluklar doldurulur, boşluklar korunur. Ara mekanlara geçici işlevler verilebilir, yeni geçitler, bağlantılar kurgulanabilir. Ancak bunları yaparken binaların ölçeklerini, oranlarını, toplumsal ve çevresel özelliklerini, tarihi bağlamlarını objektif bir gözle değerlendirebilmek gerekir.
“Korumaya değer” yapı ve giderek burada “yaşatmaya değer” insan gibi kavramlar, belki de belirli kişi ve gruplar tarafından sınırlı sürede verilebilecek kararlara bağlı olmamalıdır. Tohumlar atılır, yeşermesi için gereken yapılır. Noktasal müdahaleler zamanla çevresini şekillendirir.
Tarlabaşı’nı da, benzer diğer sorunlu yerleşimler gibi “bütünleşik” bir anlayışla, ama mutlaka “bireysel” ve sınırlı inşai müdahalelerle ele almak, çok daha ekonomik, sürdürülebilir ve her şeyden önce “insani” sonuçlar verecektir.
コメント